Cemal ÇINAR (Araştırmacı-yazar)
Köşe Yazarı
Cemal ÇINAR (Araştırmacı-yazar)
 

ŞEHİD VE ŞEHÂDET

ŞEHİD VE ŞEHÂDET Şehâdet; bir hayat biçimidir. Şehitlik de bir dava anlayışı ve yaşama ahiret üzerinden bir bakma biçimidir. Şehid kelime olarak Yüce Allah’ın ismi ve sıfatının adıdır. İmanımızın anahtar kelimesi de şehadettir. Kısaca bir Müslümanın imana girmesi şehadet, hayatı islama ve Kur’an’a tanıklık ederek adil bir şahitlikle hayatının her noktasında dini mubini islama tanıklık ederek ve nihayet İslam şeriatını hakim etmek isterken, onu istemeyenler tarafından öldürülenlere de şehit denilir. Şehitler, içinde bulundukları bir neslin öncü ve örnek insanlarıdır. Bu yüzden Yüce Allah İslam yolunda ölenlere ölü demeyi yasaklamıştır. Onlara şehitler diyeceğiz. Hayatın içinde her nimetin bir bedeli vardır. Şehâdet de bir nimettir. Onun bedeli de cennettir. Şehadet hayatın içinde Yüce Allah’ın dinine bir şahitlik etmenin sonunda gelen bir ölümün adıdır. Ticaretimiz, siyasetimiz, ailemiz, okulumuz, camilerimiz, derslerimiz, vaazlarımız ve dinlememiz kısaca hayatımız Yüce Allah’ın dinine tanıklık/yani şahitlik ettiği kadar ölümümüz şehadet olur. İslamı bir hayat tarzı olarak kabul etmeyen devletler, örgütler ve tüm islam dışı teşkilatlar kendi ölülerine islamın kendi mensubuna verdiği isimden başka bir isim dahi bulamamışlar. Şehit ve şehadet o kadar kiymetli ki, İslama düşman olanlar bile ölülerine şehit demek mecburiyetinde kalıyorlar. Şehitlere ölü dememizi yasaklayan Yüce Allah’ın bu emrini iyi anlamamız gerekir. Her şeyden önce Şehidin ölümü toprağa atılan bir tohum misalidir. O tohum, kendisi başkalarını yeşertmek için toprakta yok oluyor. Şehidin ölümünü veya ölmediğini de bu manada anlayabiliriz. Hatta, tohum habbesinin kendisi yok oluyor. Başka habbeleri yeşertmek için. Ama şehidin ölümü haddi zatında ölmeyip rablerinin katında rızıklandıklarını Yüce Rabbimiz ferman ederek şehidin Allah katında diri olduğunu mühkem ayetlerle belirtmektedir. Şehadet öncesi, anı ve sonrası olmak üzere üç merhaleyi barındıran bereketli bir hayat biçimidir. Şehadetin öncesinde toplumsal bir takım merhaleler ve badireler vardır. Şehadet öncesinde Mumin kişi hayatının her safhasında islama şahitlik edecek kadar İslamı üzerinde taşıması lazım ki ölünce şehitlerden sayılsın. Şehâdet anında da bir çok toplumsal merhale ve badirelerle toplum karşı karşıya kalır. Meseleyi örneklendirerek bu merhaleyi de anlamaya çalışalım; Bedir harbinden önce Resul-i Ekrem (sav) Şamdan gelen Ebu Sufyanın başkanlığını yaptığı Müşriklerin kervanını korkutmak istemişti. Ama sonunda bu girişim meseleyi bir savaşa götürdü. Muhammed toplumu ölüme götüren bir yanlış taktiği uyguluyor diye bazı medineliler böyle düşündüler. Uhud harbinde, Resul-li Ekrem şehir içinde savunma savaşı vermeyi daha uygun görüyordu. Ama gençler, düşmanla gögüs gögüse savaş meydanında çarpışmayı istediler. Allah Resulü gençleri kırmadı. Savaş meydanında savaşma kararı alındı. Yine bazı Medineliler bu sıtratejik karar gençlerin kararına uyuldu, peygamberin fikrine uyulmadığı için biz katılmıyoruz dediler. Hendek savaşında da bazı medineliler, “yenilecek yemek bulamayanların savaşa hazırlık yapılmasını uygun görmüyoruz” deyip kendileri katılmadığı gibi bazı samimi sahabeleri algılarıyla etkilediler. Hatta bu algı o kadar tesirli oldu ki, bir sahabi “Ya Resulellah! kaç gündür kemerimin altında karnıma taş bağlamışım” deyip kemerin altındaki taşı düşürerek yakındığında,Resul-i Ekrem de kemerinin altında karnına bağladığı iki taşı gösterdi. Ve bu halde balyzla vurduğu kayadan çıkan kıvılcımlara göre bizans ve iranın fetih edileceğini söylediler. İşte bu günde buna benzer olaylar olmuyor değildir. O günde ordunun biri muhammed ümmetinin diğeri de din düşmanlarınındı..Bugün de Gazzede ordunun biri Muhammed ümmetinin, diğeri ise din düşmanlarının. Düşmanın karşısında çarpışan Müslümanlar, düşmanlar, ve savaşa katılmayan üçüncü gurup. Demek ki şehadet öncesi veya şehitlerin verildiği anda toplum bir kaç sınıfa ayrılır. Bu da olaya tanklık manasında bir çeşit şehitliktir. Şehadetten sonraki merhalede de biz Müslümanlara bazı görevler düşmektedir. Şehadet sonrasında bu görevlerimizin şehadet ve şehitle olan alaka bakımından bir takım mükellefiyetlerimiz vardır. Şehit ve şehadetle vefat edenler geriye üç çeşit miras bırakırlar; a) İslam davasını b) Ailesini c) Dava uğrunda yaptığı çalışmayı Biz bugün bu üç merhalede olmamız gereken yerde olup olmadığımızı Aksa Tufanında Filistin ve İsraille olan ilişkilerimiz üzerinden bunu test etmemiz mümkündür.
Ekleme Tarihi: 15 Ağustos 2024 - Perşembe

ŞEHİD VE ŞEHÂDET

ŞEHİD VE ŞEHÂDET

Şehâdet; bir hayat biçimidir. Şehitlik de bir dava anlayışı ve yaşama ahiret üzerinden bir bakma biçimidir. Şehid kelime olarak Yüce Allah’ın ismi ve sıfatının adıdır. İmanımızın anahtar kelimesi de şehadettir. Kısaca bir Müslümanın imana girmesi şehadet, hayatı islama ve Kur’an’a tanıklık ederek adil bir şahitlikle hayatının her noktasında dini mubini islama tanıklık ederek ve nihayet İslam şeriatını hakim etmek isterken, onu istemeyenler tarafından öldürülenlere de şehit denilir.

Şehitler, içinde bulundukları bir neslin öncü ve örnek insanlarıdır. Bu yüzden Yüce Allah İslam yolunda ölenlere ölü demeyi yasaklamıştır. Onlara şehitler diyeceğiz. Hayatın içinde her nimetin bir bedeli vardır. Şehâdet de bir nimettir. Onun bedeli de cennettir.

Şehadet hayatın içinde Yüce Allah’ın dinine bir şahitlik etmenin sonunda gelen bir ölümün adıdır. Ticaretimiz, siyasetimiz, ailemiz, okulumuz, camilerimiz, derslerimiz, vaazlarımız ve dinlememiz kısaca hayatımız Yüce Allah’ın dinine tanıklık/yani şahitlik ettiği kadar ölümümüz şehadet olur. İslamı bir hayat tarzı olarak kabul etmeyen devletler, örgütler ve tüm islam dışı
teşkilatlar kendi ölülerine islamın kendi mensubuna verdiği isimden başka bir isim dahi bulamamışlar. Şehit ve şehadet o kadar kiymetli ki, İslama düşman olanlar bile ölülerine şehit demek mecburiyetinde kalıyorlar.

Şehitlere ölü dememizi yasaklayan Yüce Allah’ın bu emrini iyi anlamamız gerekir. Her şeyden önce Şehidin ölümü toprağa atılan bir tohum misalidir. O tohum, kendisi başkalarını yeşertmek için toprakta yok oluyor. Şehidin ölümünü veya ölmediğini de bu manada anlayabiliriz. Hatta, tohum habbesinin kendisi yok oluyor. Başka habbeleri yeşertmek için. Ama şehidin ölümü haddi zatında ölmeyip rablerinin katında rızıklandıklarını Yüce Rabbimiz ferman ederek şehidin Allah katında diri olduğunu mühkem ayetlerle belirtmektedir.

Şehadet öncesi, anı ve sonrası olmak üzere üç merhaleyi barındıran bereketli bir hayat biçimidir. Şehadetin öncesinde toplumsal bir takım merhaleler ve badireler vardır. Şehadet öncesinde Mumin kişi hayatının her safhasında islama şahitlik edecek kadar İslamı üzerinde taşıması lazım ki ölünce şehitlerden sayılsın. Şehâdet anında da bir çok toplumsal merhale ve
badirelerle toplum karşı karşıya kalır.

Meseleyi örneklendirerek bu merhaleyi de anlamaya çalışalım;

Bedir harbinden önce Resul-i Ekrem (sav) Şamdan gelen Ebu Sufyanın başkanlığını yaptığı Müşriklerin kervanını korkutmak istemişti. Ama sonunda bu girişim meseleyi bir savaşa götürdü. Muhammed toplumu ölüme götüren bir yanlış taktiği uyguluyor diye bazı medineliler böyle düşündüler.

Uhud harbinde, Resul-li Ekrem şehir içinde savunma savaşı vermeyi daha uygun görüyordu. Ama gençler, düşmanla gögüs gögüse savaş meydanında çarpışmayı istediler. Allah Resulü gençleri kırmadı. Savaş meydanında savaşma kararı alındı. Yine bazı Medineliler bu sıtratejik karar gençlerin kararına uyuldu, peygamberin fikrine uyulmadığı için biz katılmıyoruz dediler.

Hendek savaşında da bazı medineliler, “yenilecek yemek bulamayanların savaşa hazırlık yapılmasını uygun görmüyoruz” deyip kendileri katılmadığı gibi bazı samimi sahabeleri algılarıyla etkilediler. Hatta bu algı o kadar tesirli oldu ki, bir sahabi “Ya Resulellah! kaç gündür kemerimin altında karnıma taş bağlamışım” deyip kemerin altındaki taşı düşürerek yakındığında,Resul-i Ekrem de kemerinin altında karnına bağladığı iki taşı gösterdi. Ve bu halde balyzla vurduğu kayadan çıkan kıvılcımlara göre bizans ve iranın fetih edileceğini söylediler.

İşte bu günde buna benzer olaylar olmuyor değildir. O günde ordunun biri muhammed ümmetinin diğeri de din düşmanlarınındı..Bugün de Gazzede ordunun biri Muhammed ümmetinin, diğeri ise din düşmanlarının. Düşmanın karşısında çarpışan Müslümanlar, düşmanlar, ve savaşa katılmayan üçüncü gurup.

Demek ki şehadet öncesi veya şehitlerin verildiği anda toplum bir kaç sınıfa ayrılır. Bu da olaya tanklık manasında bir çeşit şehitliktir.

Şehadetten sonraki merhalede de biz Müslümanlara bazı görevler düşmektedir. Şehadet sonrasında bu görevlerimizin şehadet ve şehitle olan alaka bakımından bir takım mükellefiyetlerimiz vardır. Şehit ve şehadetle vefat edenler geriye üç çeşit miras bırakırlar;

a) İslam davasını
b) Ailesini
c) Dava uğrunda yaptığı çalışmayı

Biz bugün bu üç merhalede olmamız gereken yerde olup olmadığımızı Aksa Tufanında Filistin ve İsraille olan ilişkilerimiz üzerinden bunu test etmemiz mümkündür.

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve ehaber.tv.tr sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.