İnsan türününün en ilginç ironilerinden biri de hiç kuşkuşuz insanın tür olarak kendisiyle ilgili çok az şey bildiği bilgisidir. Bu konuda ortak görüş ise insan türünün bilinen tüm türler içinde anlaşılması en güç tür olduğu gerçeğidir.
Yazı başlığından da anlaşılacağı üzere bu karmaşık ve anlaşılması çok güç olan insan türüne insanca nasıl bakılacağı sorusu çok ciddi bir müşkülat oluşturmakta.
Bu müşkülatı aşabilmek için bazı gerekçelerimizi en baştan belirlemekte pratik yararlar olduğunu düşünüyorum.
İnsanı bir tür olarak tanımlamanın en zor yanı diğer türlerden farklı olarak değişen zaman içinde kendisinde ortaya çıkan değişimlerdir. Ayrıca aynı zamanda nerdeyse sonsuz düzeyde yeni yetenek ve becerilerle kendisini zamanındeğişkenliği içinde donatabilecek akıllı bir türden bahsetmekteyiz. İnsana insanca bakabilmenin zorluklarından biri de bu. Değişkenlik. Ancak yine biliyoruz ki insanın temel meseleleri 10000 yıl önce neyse şimdi de aynı. Bu yüzden bakış açımızı belli değişkenlikler üzerinden yeniden gözden geçirirken insana tür olarak doğuştan genetik mirasla aktarılan bazı değişmezler de var şüphesiz.
İlk olarak bir insanın dünyaya gelişindeki mucizeyle başlayalım işe. Amacımız sizi bilgiye boğmak değil. Bir farkındalık yaratmak. Bir mucize olan insanı insanca kavrayabilmek ve tabiri caizse yaradılanı Yaradan’dan dolayı sevebilmek.
Biyolojik gerçekliğimiz;
Rastgele googledan bir tarama yapayım dedim ve evrimagaci.com sitesinden konuyla ilgili bazı bölümleri aynen aldım. İşte beni heyecanlandıran satırlar;
"Her şeyi hesaba katmamız pratik açıdan imkansız, dolayısıyla sadece insansı atalarımıza odaklanalım:
Sizin evrimsel soy hattınızın, insan ve tüm antik atalarınızın soy hattı boyunca hiç kırılmadan, size kadar ulaşabilmesinin ihtimali nedir?
Eğer ki her nesilde bir çocuğun (ya da yavrunun) büyüyüp, gelişip, üreme olasılığını %50 alacak olursak (ki bu fazlasıyla cömert bir olasılıktır) 150.000 nesilde bunun kabaca 10 üzeri 45.000’de 1 olduğunu görürüz! Bu, 1’in arkasına 45.000 adetsıfır koymak demektir!
Bu sayının ne kadar büyük olduğunu hayal edebilir misiniz? İzah edelim: Bu sayı, Evren içindeki tüm parçacıkların sayısından daha büyük olmakla kalmaz;
Aynı zamanda Evren içindeki her bir parçacığın kendisi ayrı birer evren olsa ve bu evrenler içinde bizim Evren’imiz kadar parçacık olsa, bunların toplamından ortaya çıkacak sayıdan daha büyüktür!
Tabii bu hesapta bile, son derece kritik bir noktayı atlıyoruz. En nihayetinde, bir yavrunun büyümesi, hayatta kalması, üremesi yetmez. Bu canlının üreteceği sperm veya yumurtanın sizin kardeşiniz veya kuzenleriniz olacak bireyleri değil de, size gidecek soy hattını üretecek sperm-yumurta kombinasyonu olması gerekmektedir!
Doğru spermin, üst üste 150.000 defa sizi ve yalnızca sizi üretecek olan soy hattındaki yumurtalarla birleşme olasılığı nedir?
Yaklaşık 10 üzeri 2.640.000’de 1... Bu sayının büyüklüğünden bahsetmek bile istemiyoruz, zira herhangi bir makul kıyas bulunmuyor.
Buraya kadar olan tüm olasılıkları tek bir sayı altında toplayacak olursak, sizin var olma olasılığınızın kabaca 10 üzeri 2.685.000’de 1 olduğunu görürüz. Dediğimiz gibi, bu sayıyı herhangi bir şeyle kıyaslamak pek mümkün değildir. 1 sayısının ardından gelen 2.685.000 adet sıfır! 80 kilogramlık bir erkeğin vücudundaki atom sayısı kabaca 10 üzeri 27’dir. Dünya’yı oluşturan atomların sayısı 10 üzeri 50 civarındadır. Bilinen Evren içindeki atomların tahmini sayısı 10 üzeri 80 civarındadır.
Belki şöyle anlatırsak bu olasılığı biraz daha iyi anlayabilirsiniz:
Eğer 2 milyon insan bir araya gelseydi ve her birine bildiğimiz 6 yüzlü değil de, 1 trilyon yüzlü birer zar verilseydi, tek bir atış denemesinde her birinin birebir aynı yüzü denk getirmesi ihtimali, sizin var olma olasılığınızla yaklaşık olarak aynıdır.
Örneğin,
Bu 2 milyon insanın her biri 1 trilyon yüzlü zarı attığında, istisnasız olarak her birinin zarında 129.696.222.007 sayısının gelmesi olasılığı... Akıl almaz!
Durun bir dakika!
Böyle bir olasılık nasıl gerçekleşebilir ki? Hani canlılığın kendiliğinden başlama olasılığının ne kadar düşük olduğuna dair (aslen tamamen hatalı olan hesapları) bilim dışı kitaplarda bugüne kadar okumuş olabilirsiniz.? Çeşitli \"bilim insanları\", çeşitli sayıları birbiriyle çarparak yaşamın başlama olasılığının pratik olarak sıfır olduğunu iddia etmekten hiç geri durmazlar. Belki bu yazının bir okuru olarak siz, sırf bu tür bir yazı okuduğunuz için canlılığın cansızlıktan kendiliğinden başlamasının imkansız olduğunu düşünüyorsunuz.
Ama kendi var olma ihtimalinizin de pratik olarak sıfır olduğunu hiç düşünmemiştiniz, değil mi?
Burada yaptığımız hesap, sizin var olma olasılığınızın pratik olarak \"imkansız\" olduğunu göstermektedir! Ama varsınız, değil mi? Ya da... Var mısınız? "
Sadece biyolojik olarak baksak bile işin içinden çok kolaylıkla çıkamayacağımız bir durumu sanırım anlamışsınızdır.
Düşünsel gerçekliğimiz;
En az biyolojik gerçeklik kadar insanı heyecanlandıran diğer bir alan i "a mental attitude or inclination / a fixed state of mind". Örnek olarak gösterilen cümle ise,
"His mind-set does not allow for new situations" tam olarak irdelemek istediğimiz konuyu işaret ediyor.
İçinde bulunduğumuz düşünce yapısı (mindset) yeni koşulları anlamamıza izin vermiyorsa, düşünce yapımız ne olmalı?
Düşünce yapısı kavramına ne kadar derinden bakacağımız ile orantılı olarak gruplayacağımız yapılar da çeşitlilik gösterecektir. Bizim bu yazıda amacımız, sizleri popüler olarak kullanılan iki (aslında üç) düşünce yapısı hakkında bilgilendirmek. Bir tane de popüler olarak kullanılan ama kendisinden çok bahsedilmeyen gizli kahramanı yazımıza eklemek istedik.
Sabit Yapı (Fixed Mindset)
Amerika’lı ünlü psikolog Carol Dweck’in -ki kendisi düşünce yapıları (mindset) konusundaki çalışmaları ile ünlüdür – tanımı ile sabit düşünce yapısını aşağıdaki şekilde açıklayabiliriz.
Sabit düşünce yapısı, kişilerin kendi mevcut yetenekleri, zeka ve kabiliyetlerinin yeterli olduğuna inanmaları anlamına gelir. Kendilerinde mevcut olan bir miktarda zeka ve yetenek başarmak istedikleri her şey için yeterlidir.
Dolayısıyla, amaçları mevcut kapasiteleri ile her şeyi başarabileceklerini ispatlayabilecek kadar zeki görünmeye çalışmaktır.
Gördüğünüz üzere, hata yapabilme lüksüne açık kapı bırakmayan, o anda varolan ve ileride varolabilecek tüm mücadelelerin cevabını kendi mevcut kapasitesi ile ve gelişmeye ihtiyaç duymadan cevaplayabileceğine inanan bu düşünce yapısı aslında genellikle kendi etrafına duvarlar örmekle meşguldür.
Bu düşünce yapısında olduğumuzda aşağıdaki davranışları sergilemeye meyilli oluruz:
• Eleştiriye açık olmamak,
• Yeni mücadelelerden kaçınıp her zaman aynı durağan işleri yapmaya meyilli olmak,
• Bilinmeyen konuları öğrenmeye açık olmamak,
• Kendi başarısını ispatlamaya / kendini başarılı göstermeye çalışmak
Eğer bu davranışları sergiliyorsak da büyük ihtimalle faydadan çok zarar üretiyoruzdur.
Peki daha iyi olabilecek bir düşünce yapısı var mı?
Büyüme Yapısı (Growth Mindset)
Büyüme Yapısı (Growth Mindset)
Sabit düşünce yapısının tam karşıtı olarak tanımlayabileceğimiz büyüme düşünce yapısını, yine Carol Dweck’in cümleleri ile tanımlayalım:
Büyüme düşünce yapısında olan kişiler, kendi mevcut zeka ve yeteneklerinin yine farkındadırlar. Buna ek olarak, eğitimle, efor harcayarak ve bu konuda ısrarcı olarak kendilerini geliştirebileceklerine inanıyorlardır.
Düşünce yapısındaki farklılık zaten kendisini açıklamaya yetiyor ama yukarıdaki gibi hangi davranışları sergilemeye meyilli olacağımıza da bir bakalım:
• Yapıcı eleştiri almak ve vermek konusunda istekli olmak,
• Yeni mücadeleleri fırsat olarak görmek,
• Bilmediği konuyu açıklıkla ifade etmek ve öğrenmeye çabalamak,
• Üzerinde olduğu sürecin başarısına odaklı olmak.
Bu düşünce yapısındaki farklılık çok net. Daha çok çaba talep ettiği ve karşılığında da daha büyük tatmin sunduğu da aşikar. Haliyle, anlatacağımız diğer düşünce yapısı da büyüme düşünce yapısının bir alt başlığı gibi görülebilir.
Fayda Düşünce Yapısı (Benefit Mindset)
Büyüme düşünce yapısı (growth mindset) üzerine kurabileceğimiz bir tanımla fayda düşünce yapısını, sadece süreçler üzerinde büyümeye açık olmak değil, buna ek olarak, bu büyümeden uzun vadeli faydalar elde etmeyi de düşünce yapısına dahil etmek olarak açıklayabiliriz.
Büyüme için sağlıklı bir ekosistem kurmak, ekosistemi beslemek ve ondan faydalanmak için etrafında doğru bir topluluk oluşturabilmek fayda düşünce yapısının güzel bir örneği olabilir. Fayda düşünce yapısında olan kişiler aslında kendi gelişimlerinin yanı sıra parçası olduklar grupların da gelişimini desteklerler.
Bütün bu mülahazalar bizi kendi türümüzü daha iyi anlamaya ve kavramaya götürmekte.Birçok çelişkiyi bir türde çok uç noktalarda tanımlamak çok ta kolay olmasa gerek. Bu kadar Zeki bir türün çok ta akılcıl olmayan tutum davranış ve tercihlerinin arkasında yatan gerçekliği kavrama çabası, insanın yaratılışındaki hikmeti de kavrama bakımından yeni bir kavramsal çerçeve oluşturacağa benziyor.
Sonuç olarak geldiğim nokta şu;
Bilimsel bilginin türümüzle ilgili ortaya koyduğu bilgilere sahip olsak ta yine de insan türünü bütünüyle kavramaktan oldukça uzağız. Burada Anadolu’nun bilgeliğine ihtiyaç duyuyoruz. Her şeyi matematik diliyle ifade edebilen bilim iş bilgeliğe geldiğinde tökezlemeye başlıyor. Çünkü yeni bir dil oluşturmaya yönelik bir ihtiyacı farkediyoruz. Gönül Dili.
Bu Yunus’da, Ahi Evran’da, Hacı Bektaş Veli’de, Hoca Ahmet Yesevi’de, Mevlan’da, Aşık Veysel’de, Neşet Ertaş’ta ve daha nice Anadolu Türkmenlerinde, yörüklerinde , büyük büyük babalarımızda ve ninelerimizde görüyoruz.
Bugün iyice işin içinden çıkılmaz noktaya gelen sorunları çözmenin yolu İnsanı anlamaktan geçiyor. Gönül Dili, sadece üzerinde yaşadığımız toprakların binlerce yılda oluşturduğu bir dil. Bence en büyük mirasımız bu dil olsa gerek.
“ Gönül Dili”
Her insanın anadilinden önce öğrenmesi gereken en temel dil. Eğer tür olarak tehdit altında olduğumuz bu zor günleri atlatmak istiyorsak sevgiyle gelişen bu dili bütün dünyada hakim kılmamız gerekiyor.
Haydi o zaman Yunus’un dizeleriyle ;
Gelin tanış olalım
İşi kolay kılalım
Sevelim Sevilelim
Bu dünya kimseye kalmaz.