“Her yaklaşılan uçurum, mücadele edenler için bir direniş kaynağıdır.”
Yaşadığımız buhrandır efendiler!
Biz kimiz?
Müslüman’ mı?
Hristiyan’ mı?
Musevi’ mi?
“Nerde, kim bilir, belki?”
Yaşadığımız hayatın orta yerinde durmakta olan, sinsi sinsi bizleri kuşatmış ahlâki travmalarımızı seyre durmak yetmedi mi?
Yetmedi mi kül rengi bir sapkınlık fırtınasına tutulduğumuz?
Mahalleden çarşılarımıza, sokaklarımızdan evlerimize kadar ahvâlimiz içler acınası bir hâli yansıtıyor. Kur-an ve Sünnet’ ten uzaklaşan, Müslüman adıyla çağrılan bizler, aklımızı ve kalbimizi iblisin gölgesinde bulunan yalancı cennetlerine terk eyledik eyleyeli, duman olduk.
Savrulduk bilinmezlere doğru.
Yaşadığımız buhrandır efendiler!
“Bizler şiar-ı kaybettik
Şuur bizden uzakta..
Şiir ucuza gitti.. Katlettik.”
Ahlâki çöküntülerin sardığı bedenlerimizle bayatlamış bir hayattır kapımızda bekleyen.
Sürüklenirken çelimsizce köle pazarlarına iş bekleyen, aş bekleyenler gibi,
kendi ellerimizle parçalara böldük ruh gövdelerimizi.
Dilimize eyvahlar sokuldu aniden.
Bölük bölük yollar edindik.
Hedefimizi kaybettiren, başka başka diyarlara geleceğimizi savuran yollar.
Sonu elemlerle örülmüş, gurbet getiren, diken bitiren yollar.
Efendiler!
Hanımefendiler!
Bencilliğimizdir! Ayrılığımıza kurulan neden.
Eğriyi ve doğruyu idrâk edebilecek aklımızı yitirdik. Bütün dostluklarımızı heba ettik öfkelerimize. Nice parçalı ve kara bulutlu ilişkileri yolumuza döşerken kalplerimiz, hakikâtin çilesini taşıyanları hor görür olduk.
Bir asırdır duvarlarımızı süsleyen mushaflar tozlandı ve öksüz kaldı. Evimize yabancı.
Yaşantımız çöküntünün en dibi. Bu ne acı!
Ahlak ambarımız boşaldı. Kaldık kırıntılarla.
Görme yetimizi kaybettik.
Bizler; yitiğini bulmak yerine kendimizi yitirenleriz.
Başımızı kuma gömerek çevremizde olup bitenlere kör ve sağır olmak yetmedi mi?
Elimizden kayıp giden şanlı medeniyetimizin o tertemiz öğretileri yerine, kökü bizde olmayan, hoyrat görünümlü, insanlığı yozlaştırmaya sebep olan, renksiz ve ahenksiz, adeta şirazesi bozuk figüranların bize dersler verdiği bu kadim topraklarımızda, kendimize gelerek yeniden dirilme zamanına adım atma vakti değil midir?
Efendiler!
Hanımefendiler!
Yürüdüğümüz ıssız patikalardan, tehlikeli kanyonlardan dönmeli, dağlar ve uçsuz bucaksız çöllerde kaybolmadan, bu hengâmeden çıkışın yoluna girmeliyiz.
Körleşmiş duygularımızı yeniden törpüleyerek keskinleştirmeli, onunla çağımızın çılgınlıklarına neşter vurmalıyız.
Bu yaşadığımız buhranı, karanlığımızı sabaha çevirebilecek adımlarımızı sıkılaştırarak içimizdeki cevheri perdeleyen yamalı kalıntıları gözlerimizden çekmeliyiz.
Yeniden meydana atılma vaktinde “la havle çekerek” sabır kumaşını sarmalıyız bedenlerimize. Acımasızca bir kenara bırakarak unuttuğumuz gerçek kimliğimizin gölgesini takip ederek, nefesinin kırgınlığını gidermeli ve onunla yeniden görebilen gözler olup kurulmalıyız hedefe doğru...
Efendiler!
Hanımefendiler!
Şimdi yola koyulma vakti.
Şerler def ola..
Hayırlar feth ola..
Ufkunuz açık ola..
Kalın sağlıcakla…