İstekleriniz vardır, onların gerçekleştiğini düşünürsünüz. Sonra dönersiniz gerçek dünyaya ki, olduğunuz yerdesiniz. Bu kadar mı?
Değil elbette.
Hayal kurmak, bilimle uğraşmanın, sanatla ilgilenmenin ilk şartıdır. Çünkü bilim de, sanat da hayalden beslenir. Bir hedefe varmayı
önce hayal ederiz sonra o hedefe ulaşmaya çalışırız.
Ampul önce Edison’un beyninde yanar. Sonra da o ampulü gerçekten yakabilmek için Edison bıkmadan usanmadan bin tane deney yapar.
Yaptığı dokuz yüz doksan dokuz deney başarısızlıkla sonuçlansa bile o yılmaz, denemeye devam eder. Niye bu kadar ısrarlıdır?
Çünkü hayal gücü ona bu güveni vermiştir. Bu olabilir, bu ampul yanabilir demiştir.
Ardından sabır, azim, kararlılık ve çalışma gibi silahlar kuşanmıştır Edison. Ve sonunda hedefe ulaşmıştır. İnsanlığı aydınlığa boğmuştur.
Az başarı mı? İnsanlığa yapılmış en büyük hizmetlerden biri. Ödülünü almıştır, alacaktır.
Ne diyorduk? Önce hayal gücü.
Duymuş, okumuş olmalısınız. Amerika’da eyaletlerin eğitim bakanlıkları okullara genelgeler gönderir; öğretmenlere, öğrencilerin hayal gücünü
geliştirme konusunda çalışmalar yapmalarını emreder. Bu ne demek? Bilgi önemlidir, üstün değerdir, insanı güçlü kılar. Bilgilensin öğrenciler.
Davranış, elbette önemlidir. Olumlu davranışlar kazansın öğrenciler. Ama hayal kurabilmek de onlar kadar önemli.
Peki, bizde durum nasıl?
Evde de, okulda da aynı. Azıcık hayal gücü zengin bir çocuğun duyacağı cümle aşağı yukarı şudur: Hayalperest olma! Hayal kurmakla
hayalperest olmayı birbirine karıştıran bir toplumuz. Hayalin nasıl zengin ve insanı geliştiren bir kaynak olduğunun farkında değiliz. Demek ki, çocuklarımızın
içinden daha fazla bilim insanı, daha fazla sanat insanı çıkmasını istemiyoruz.
Anne babalar ve öğretmenler olarak el birliğiyle çocuklarımızın hayal güçlerini köreltiyoruz, hayal kurmalarının önüne duvarlar örüyoruz.
Korkmayalım. Hayal kurmak gerçeklerden kopmayı gerektirmez.
Bakın, size bir örnek:
Fransız bilim kurgu roman yazarı Jules Verne, Aya Seyahat romanını ne zaman yazdı? 1865’te…
Peki, insanoğlu Ay’a ne zaman ayak bastı? 1969’da…
Şimdi basit bir matematik işlemi yapalım: 1969-1865, eşittir 104 yıl. Bu ne demektir? Hayal, gerçekten 104 yıl önde gidiyor demektir.
Bu, hayalin hızıyla gerçeğin hızı arasındaki zaman farkıdır işte. Bu da şu demektir? Jules Verne, zengin hayal gücünün cömertliğiyle önce
Ay’a çıkılabileceğini düşünmüş, sonra da roman kahramanlarını Columbiad adlı uzay aracının içine yerleştirip Ay’a göndermiş, sonra da sağ salim
dünyaya indirmiş. Böylece romanda hayali bir uzay yolculuğu gerçekleştirmiş.
Sonra ne olmuş?
İnsanoğlu bu hayalin izini sürmeye başlamış. Bu ilginç hayali gerçekleştirmek için çalışmış, çabalamış. Jules Verne’in, özelliklerini
romanda anlattığı uzay aracını (Apollo 11’i) yapmış. İçine üç astronotu; Neil Armstrong ve iki arkadaşını (Edwin Aldrin’le Michael Collins’i) bindirip
Florida’dan, Kennedy Uzay Üssü’nden uzaya fırlatmış. Astronotlar 20 Temmuz 1969 günü saat 20:18’de Ay’a ayak basmışlar.
Ertesi gün 01.06’da da Neil Armstrong Ay üzerinde yürümüş. O ünlü sözünü de orada söylemiş: “Benim için küçük, insanlık için büyük bir adım!”
Şu soruya cevap arayalım şimdi: İnsanoğlunun Ay’a çıkışıyla Jules Verne’in Aya Seyahat romanı arasında hiçbir ilişki yok mudur?
Öyleyse bırakalım, çocuklarımız bol bol hayal kursunlar. Biz onlara bu hayalleri gerçekleştirmenin yollarını öğretelim.
Eğitim budur zaten. Çocuğun doğuştan getirdiği gizilgücü/potansiyeli harekete geçirmek ve geliştirmek.
Biz asıl buna çaba harcayalım. Dünyada “hayal eğitimi” diye bir uygulama var.
Biz de en kısa zamanda bunu başlatalım.
Bol bol masal, hikâye, roman, şiir okuyalım / okutalım çocuklarımıza.
Göreceksiniz, her şey çok farklı olacak.