Mehmet Yaşar GENÇ
Köşe Yazarı
Mehmet Yaşar GENÇ
 

Sözün Hasadı (3)

“Acı, insanı hayata karşı olgunlaştırır.”        Acının adresini soran veya bu hususta akıl yoran insanlara şunu söylemek isterim. Eğer, acının tarifine ulaşmak istiyor iseniz, onu yaşamamış, ruhunda, bedeninde zerre dahi olsa hissetmemiş olan insanlarda, bırakın adına, kırıntılarında dahi rastlayamazsınız. Madenler, nasıl ki kaynağında bulunur. Acı da aynen öyledir.          Acı, bulunmuş olduğu bedenin diline, gönlüne bulaşarak, o insanın hayata bakışına, kalkışına ve yürüyüşüne ister istemez yansıyacaktır. Bu insanların, bazen sesleri cılızda olsa duyulur ancak çoğunlukla sessizliğin kervanında yürümeye devam edip giderler.        Goethe: “ İnsan ıstırap içinde dilsizleşir.” der.          İşte tam da günümüzde olan budur. Hafif olan acıların dilden dile konuşulduğu fakat derinden derine tüten nice zorlu acılarımızın ise dilsizleştirildiğini, çevremize, yakın ve uzak coğrafyalara (Suriye, Irak, Libya, Somali, Arakan, Doğu Türkistan, Yemen vs) bakabilirsek, görmek mümkün olacaktır.     Tarık Tufan’ında dediği gibi: “Sınanmadığımız bir acının üstüne konuşmak kolaydır”   Edebi nokta da, sanatkârlarımızın birçoğu, bedeni ve ruhsal olan acılarımızı eserlerinde yaşamış ve toplumsal olarak yaşatmaya çalışmışlardır.            Mesela, değerli büyüğümüz, şair ve yazar Ferman Karaçam’ın (Acı) adlı eserinde bunu yalın  haliyle görebiliriz.            Seni de vururla bir gün ey acı    Uçurup durduğun kanatlarından    Sazın, sözün, türkülerin tükenir    Ellerin koynunda kalakalırsın    Şakaklarına kar yağıyor bilesin ey acı    Gül açan yüzlerimizde    Göğeriyor rengin senin         İşte, insanoğlu olarak, ta eskilerden beri (canımızda; kanımızda, kolumuzda; yolumuzda, kapımızda; yapımızda vs.) yakinen tanıdığımız, acının rengi, siyahtır. Bedenimize ve ruhumuza bıraktığı izler ise hep beyaz olmuştur.         Bizler, beden veya gönül barınağımıza dayanmış olan acılarımızın defterini, hayatımızdan dürmek istiyor isek, önce onu, gözlerimizle selamlayıp, adeta gülümseyerek korkmadığımızı hissettirip,  çıkmazının üzerine alın teri ve gözyaşımızı akıtmamız yeterli olacaktır diye düşünüyorum. Çünkü ruh ve beden topraklarımızı mesken tutmuş olan çorağımızı tekrar yeşertmek bizlerin elindedir.         Acı veya acılar içinde kıvranan kardeşlerim varsa ki umarım yoktur. Onlara aşikâre bir dilek ve direnişe davet olan aşağıdaki mısralarımla seslenerek, yazımızı bitirmek istiyorum.        Biçilen kefen mi bizi durdurur?      Acı ve kaygıyı duyanlar gelsin      Maskesiz bir dünya ufkumda durur      Gönlünü sevdayla yuyanlar gelsin.        Esenlik içinde olmanız duasıyla hoş kalın hoşça kalın efendim….
Ekleme Tarihi: 09 Temmuz 2021 - Cuma

Sözün Hasadı (3)

“Acı, insanı hayata karşı olgunlaştırır.”     
 
Acının adresini soran veya bu hususta akıl yoran insanlara şunu söylemek isterim.
Eğer, acının tarifine ulaşmak istiyor iseniz, onu yaşamamış, ruhunda, bedeninde zerre dahi olsa
hissetmemiş olan insanlarda, bırakın adına, kırıntılarında dahi rastlayamazsınız.
Madenler, nasıl ki kaynağında bulunur. Acı da aynen öyledir.
 
       Acı, bulunmuş olduğu bedenin diline, gönlüne bulaşarak, o insanın hayata bakışına, kalkışına ve
yürüyüşüne ister istemez yansıyacaktır.
Bu insanların, bazen sesleri cılızda olsa duyulur ancak çoğunlukla sessizliğin kervanında
yürümeye devam edip giderler.
 
     Goethe:
İnsan ıstırap içinde dilsizleşir.” der.
   
     İşte tam da günümüzde olan budur.
Hafif olan acıların dilden dile konuşulduğu fakat derinden derine tüten nice zorlu acılarımızın ise
dilsizleştirildiğini, çevremize, yakın ve uzak coğrafyalara (Suriye, Irak, Libya, Somali, Arakan,
Doğu Türkistan, Yemen vs) bakabilirsek, görmek mümkün olacaktır.
 
  Tarık Tufan’ında dediği gibi:
Sınanmadığımız bir acının üstüne konuşmak kolaydır
 
Edebi nokta da, sanatkârlarımızın birçoğu, bedeni ve ruhsal olan acılarımızı eserlerinde yaşamış
ve toplumsal olarak yaşatmaya çalışmışlardır.
       
   Mesela, değerli büyüğümüz, şair ve yazar Ferman Karaçam’ın
(Acı) adlı eserinde bunu yalın  haliyle görebiliriz.
       
   Seni de vururla bir gün ey acı
   Uçurup durduğun kanatlarından
   Sazın, sözün, türkülerin tükenir
   Ellerin koynunda kalakalırsın
   Şakaklarına kar yağıyor bilesin ey acı
   Gül açan yüzlerimizde
   Göğeriyor rengin senin
 
      İşte, insanoğlu olarak, ta eskilerden beri (canımızda; kanımızda, kolumuzda; yolumuzda,
kapımızda; yapımızda vs.) yakinen tanıdığımız, acının rengi, siyahtır. Bedenimize ve ruhumuza
bıraktığı izler ise hep beyaz olmuştur.
 
      Bizler, beden veya gönül barınağımıza dayanmış olan acılarımızın defterini,
hayatımızdan dürmek istiyor isek, önce onu, gözlerimizle selamlayıp, adeta gülümseyerek
korkmadığımızı hissettirip,  çıkmazının üzerine alın teri ve gözyaşımızı akıtmamız yeterli
olacaktır diye düşünüyorum. Çünkü ruh ve beden topraklarımızı mesken tutmuş olan
çorağımızı tekrar yeşertmek bizlerin elindedir.
 
      Acı veya acılar içinde kıvranan kardeşlerim varsa ki umarım yoktur. Onlara aşikâre bir dilek ve
direnişe davet olan aşağıdaki mısralarımla seslenerek, yazımızı bitirmek istiyorum.
 
     Biçilen kefen mi bizi durdurur?
     Acı ve kaygıyı duyanlar gelsin
     Maskesiz bir dünya ufkumda durur
     Gönlünü sevdayla yuyanlar gelsin.
 
     Esenlik içinde olmanız duasıyla hoş kalın hoşça kalın efendim….
Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve ehaber.tv.tr sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.