Erzurum, coğrafi konumundan ve önemli ticaret yolları üzerinde bulunmasından dolayı her zaman Askeri bir Kent olarak önemli bir stratejik merkez olmuştur.
Zira Kafkasya ve İran’dan gelen büyük yolların Anadolu’ya açılan tek giriş kapısı olmasından dolayı,ilk ve orta çağlarda doğudan Anadolu’ya girme girişiminde bulunan istila ordularına karşı Anadolu’nun savunulması yönünde başlıca bir kale olması kente kilit bir rol kazandırmış ve Roma-İran,daha sonra Bizans-Selçuklu imparatorluklarının rekabeti bu bölgede yaşanmıştır.
Sonrasında Osmanlı İmparatorluğu döneminde Erzurum Vilayeti,devletin doğuya yaptığı hareketlere üs hizmeti görmüştür.
Kentin bu kadar ilgi görmesinin nedeni,hem kent arazisinin feodal kuruluşa uygun olmasına, yani ayrı tepelerin birer kale ile çevrili savunma sistemine uyması,hem de sert iklim ve arızalı arazi içinde yaşam koşullarını kolaylaştıran bir ova niteliğine sahip olmasıdır.
Ancak sahip olduğu bu stratejik önem,kimi zaman kentin özellikle yatırımlar yönünden göz ardı edilmesine ve hak ettiği sosyo-ekonomik gelişmişlik düzeyine erişememesine yol açmıştır.
Ancak kent,1877–1878 Osmanlı-Rus Savaşı’ndan sonra, bölgeye gönderilen bazı Osmanlı valilerinin beceriksizliklerinden, aşiret ayaklanmalarından ve isyanlardan,Trabzon-Erzurum-Tebriz ticaret yolunun önemini kaybetmesine bağlı olarak ticaretin gerilemesinden ve sıklıkla yaşanan kıtlıklardan,salgın hastalıklardan ve depremlerden dolayı büyük ölçüde olumsuz yönde etkilenen Erzurum halkı bu dönemde özellikle açlığın ve ağır kış koşullarının karşısında büyük ölçüde zorlanmıştır.
Hatta ekmek bulamaz hale gelmiştir.
II. Meşrutiyet’in getirdiği yeni anlayış ve düzenlemelerle Kurumsallaşma süreci henüz tamamlanmadan I.Dünya Savaşı’nın patlak vermesiyle belediye adına elde edilen tüm kazanımlar ortadan kalkmış hem Ruslar, hem Ermeniler tarafından bir harabe dönüştürülen Erzurum kale gibi duruşuyla çok şehit vermiş, çok kıtlık yaşamıştır.
Halk,en çok ekmek bulma konusunda çok sıkıntı çekmiş.Bu sıkıntılı dönemlerde İRAN'dan zengin bir mühacir olarak Erzurum'a göçüp gelen Azeri Türkmen soyundan olan Büyük dedem Şatıroğlu ALİ kardeşi MİRZE ile beraber Erzurum da fırın açıp halka ekmek pişirmeye başlıyorlar.
Bugün Erzurumlular arasında lavaş ekmeğine ''ACEM EKMEĞİ'' derler.Çünkü bu ekmeği Erzurum da ilk yapan benim dedemdir ve dedemi Acem Ali diye tanırlar...
''Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisinde yayınlanan {ERZURUM’DA LAVAŞ(Acem ekmeği) Lavaş (Persian Bread) Erzurum} adlı tez in de Ata Bayoğlu'nun bu konuda şöyle bir paragrafını
okudum ve çok üzüldüm.Paragraf aynen şöyle;
{{'Meslek olma biçimi: Erzurum’da lavaş fırınları, (lavaşçılar) Esnaf Sanatkârlar Odasının Fırıncılar Derneğine bağlı olarak çalışmaktadırlar...Yaptığımız araştırmalara göre bu meslek Erzurum’da 150-200 yıldır sürdürülmektedir.Erzurum’un en eski lavaş ustalarından biri olan 1954 doğumlu Ahmet Toga bu mesleği babasından öğrendiğini, babasının da dedesinden öğrendiğini belirtmektedir.'}}
Şimdi bu paragrafın üzerine diyorum ki;
Sayın Ata Bayoğlu'nu evvela kültürümüzü yaşatma amacıyla gösterdikleri araştırma çabalarından dolayı kutluyorum.Lakin bu paragrafta eksik bilgiler olduğunu da bildirmek zorundayım.. Bu benim en doğal hakkım çünkü ''acem ekmeği'' bir patent gerektiren üründür ve ben bu uğurda çaba sarfediyorum.
ŞATIROĞULLARI ALİ-MİRZE dedelerim tarafından Erzurum da ilk defa üretime geçilmiş, yazı da bahsedilen kişi Ahmet toğa'nın dedeleri Sofi ve Zekeriya amcalar da benim dedemin yetiştirdiği çıraklardır.
Hepsi bizim değerlerimizdir.Dedem ŞATIROĞLU ALİ (Acem Ali) memlekete ERZURUM'a en zor günlerin de malı ve canıyla destek olup, kendilerine ait silah mahsenlerinde şehrin gençlerini ermenilerin zulmünden saklamış korumuş. ve nihayetinde mal varlığı ve gücüyle Rusların gözüne batmaya başlayınca malik hanesinde ailesiyle beraber namazda secde anında başı kesilerek şehid edilmiştir.
Rabbim gani gani rahmet eylesin ve bizleri Peygamber efendimizle beraber olan şehidlerimizin şefaatine nail eylesin.
Bizler böyle yiğitlerin torunlarıyız ama, malesef şu anda dünya da Acıyı, yıkımı, kaybetmeyi, ölümün soğukluğunu, garipliği ve çaresizliği yaşayan, acıdan cinnet geçirip, akli dengesini kaybeden müslümanlar var...Sağlığımızla tehdit edilip, korkutuluyoruz..İsyana zorlanıyor, imanımızla göze batıyoruz.
Sıla-ı Rahimden öyle uzaklaştık ki geçmişimiz büyüklerimizin hafızasın da ama biz onları dinlemiyor, önemsemiyoruz.
Devir tilki ile plan yapıp ,Kurtla avlanan ,daha sonra oturup koyunla ağlayanların devri olmuş ne yazık ki.
'VAR' olan bir şeyi iyi, kötü, güzel ve çirkin olarak ayıran bilinçler dünya okulunda ilkokul sınıfındadır.
''VAR'' olan yaratan dan ötürü VARDIR zaten.. Mülk Allah'ındır.. Elindeki rızkı kendi marifeti bilmesin kimse..
Verdiği gibi bir gün de alır..Bir tencere süte bir kaşık yoğurt olsak yeter.Bölüşmeyi, insanlara sıkıntı vermemeyi ve paylaşmayı unuttuysak yeniden öğrenelim..
Dünyada herkese yetecek kadar her sey vermiş Rabbim.Eğer geçim SIKINTISI varsa bugün, bu birilerinin başkalarının hakkını benimsemesinden dir.
Yani ihtiyacından fazla harcama yapanlar market arabalarını doldururken komşusunu düşünmüyor.
Düzeni böyle kurmuşlar ama böyle gitmemeli.
İslama ve Ceddimize yaraşır bir şekilde birbirimize sahip çıkalım...
Bu uğurda canını veren Şehitlerimizin şefaatine layık olalım.
Selam ve Sevgilerimle
Sema ÖRS/ehaber.tv.tr